Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Dairesi, 18 Ocak 2022 tarihli Faysal Pamuk v. Türkiye davasında, oy birliği ile, ihlale hükmetmiştir:
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin 1. fıkrasının (adil yargılanma hakkı) ve 3. fıkrasının d bendinin (tanıkların katılımının ve dinlenmelerinin sağlanmasını isteme) ihlali
Dava, Bay Pamuk’un terörizmle bağlantılı suçlamalarla yargılanması, özellikle Bay Pamuk ya da müdafiinin yokluğunda farklı yetkiye sahip mahkemeler tarafından talimatla dinlenen tanıkların beyanlarının delil olarak kullanılmasıyla ilgilidir.
Mahkeme, özellikle, talimat yazılarının ve diğer yargı alanlarındaki tanıkların dinlenmesinin söz konusu davanın koşullarında adil bir yargılama yürütülmesini sağlamak için yeterli bir yöntem olarak kabul edilemeyeceğine karar vermiştir. Bu, ilk olarak, yerel mahkemelerin, tanıkların mahkemede hazır bulunmamasına ilişkin iyi bir nedenlerinin olup olmadığını incelemekten imtina ettiği anlamına gelmiştir. İkinci olarak, sanığın ve/veya müdafiinin tanıkların beyanda bulunacakları duruşmalara katılmak üzere, onları sorgulama hakkından yararlanabilmeleri için farklı yerlere seyahat etmeleri gerektiği anlamına gelmiştir ki bu, savunma makamına orantısız bir yük yüklemiştir. Üçüncü olarak, ilgili iç hukukta, bir tutuklunun, alıkonulduğu yargı alanı dışındaki bir duruşmadan vareste tutulduğu görülmektedir. Son olarak, ilk derece mahkemesi belirli tanıkların tutumunu ve güvenilirliğini doğrudan gözlemleme olanağına sahip olmayacağından, bu yaklaşım dolaysızlık ilkesini tehlikeye atmıştır.
Dört tanığın duruşmada bulunmaması, tanıklar ile başvurucu arasında bir yüzleşme sağlanmaması ve delillerin, mahkeme tarafından gerekli usuli güvenceler sağlanmadan mahkumiyet ve müebbet hapis cezası kararının temel taşı olarak kullanılması, savunmanın delillerinin güvenilirliğinin test edilmesini önemli ölçüde engellemiş ve söz konusu davanın koşullarında yargılamanın adilliğine zarar vermiştir.
Temel Olgular
Başvurucu Faysal Pamuk, 1978 yılında doğmuş bir Türkiye vatandaşıdır ve başvurunun yapıldığı döneminde Amasya E-Tipi Cezaevi’nde tutukludur.
Bir terör örgütü ile bağlantılı polis sorguları sırasında, birden fazla terör eylemi şüphelisi tarafından Diyarbakır’da bulunan “Avarej”, “Avareş” ya da “Avreş” kod adlı bir (veya muhtemelen birden fazla) “savaşçı”dan söz edilmiştir.
5 Kasım 2003 tarihinde mahkemeler, 1997 yılında bir polis kontrol noktasına düzenlenen ve iki kişinin ölümüyle sonuçlanan silahlı saldırıya katıldıkları iddiasıyla aralarında Bay Pamuk’un da olduğu 13 kişi hakkında gıyabında tutukluluk kararı vermiştir.
7 Aralık 2009 tarihinde Bay Pamuk, savcılığa gidip gönüllü olarak teslim olmuş, 11 yıl boyunca, 1994’ten 2005 yılına kadar PKK üyesi olduğunu belirtmiştir. Sorgu sırasında, kod adının “Avareş” değil, “Avareş Tekoşin” olduğunu açıklamıştır.
2010 yılında, Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi’nin özel yetkili ikinci heyetine başvurucu aleyhine bir iddianame sunulmuş ve başvurucu, tanıklar tarafından Avareş’in gerçekleştirdiği iddia edilen ve aşağıda belirtilen belirli eylemler nedeniyle ülke topraklarının bir kısmının ayrılmasını sağlamaya yönelik faaliyetlerde bulunmakla suçlanmıştır:
(i) 1997 yılında polis kontrol noktasına silahlı saldırı; (ii) 1995 yılında iki polise silahlı saldırı, bir gardiyanın kaçırılması ve polislerin yaşadığı lojmana roketatarla silahlı saldırı ve (iii) 1997 yılında iki jandarmanın yaralanmasıyla sonuçlanan PKK üyeleri ve silahlı kuvvetler arasında silahlı çatışma.
Duruşmada, Bay Pamuk’un müdafii, başvurucunun silahlı faaliyetlere katıldığını belirten tanıkların dinlenilmesini ve müvekkilinin bu tanıklarla yüzleştirilmesini istemiştir. Yüzleştirme yapılmamıştır. Mahkeme, diğer adımlarla birlikte, farklı yargı alanında bulunan mahkemelere talimat yazarak tanıkların nerede olduğunun tespit edilmesini istemiş ancak tanıkların katılımını sağlayamamıştır. Bir tanık, Bay Pamuk veya temsilcileri olmadan, başka bir şehirde dinlenmiştir.
2011 yılının Nisan ayında Bay Pamuk’a ömür boyu hapis cezası verilmiştir. Mahkeme, ağırlıklı olarak farklı zamanlarda ve yerlerde yapılan PKK yakalamalarında verilen ve başvurucuyu PKK’nın “savaşçısı” “Avareş” olarak teşhis eden tanık beyanlarına atıf yapmıştır.
Şikayetler, usul ve Mahkeme’nin oluşumu
Başvurucu, 6. maddenin 1. fıkrasına (adil yargılanma hakkı) ve 3. maddesinin d bendine (tanıkların katılımının ve dinlenmesinin sağlanması hakkı) dayanarak, belirli tanıklarla yüzleşmesi engellendiği için adil yargılanmadığından şikayet etmiştir.
Başvuru, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne 5 Ekim 2012 tarihinde yapılmıştır.
Karar, aşağıda isimleri geçen yedi hakimden oluşan Daire tarafından verilmiştir:
Carlo Ranzoni (Lihtenştayn), Başkan,
Aleš Pejchal (Çek Cumhuriyeti),
Egidijus Kūris (Litvanya),
Branko Lubarda (Sırbistan),
Pauliine Koskelo (Finlandiya),
Marko Bošnjak (Slovenya),
Saadet Yüksel (Türkiye),
ve ayrıca Hasan Bakırcı, Yazı İşleri Bölüm Yardımcısı.
Mahkeme’nin Kararı
Tanıkların duruşmaya katılmamasıyla ilgili, Mahkeme, özellikle, bu durumun yalnızca mahkemenin esnek olmamasından kaynaklandığına karar vermiştir. Ayrıca, tanıklardan üçünün cezaevinde yani Devlet’in kontrolü altında olduğu belirtilmiştir. Tanıkların yerini tespit etmek için atılan adımlar yetersiz kalmıştır. Genel olarak, yetkililer tarafından tanıkların yoklukları için iyi bir neden gösterilmemiştir.
Başka deliller var olsa da, mahkemenin gerekçesinde duruşmada çapraz sorgusu yapılmayan dört tanığın beyanlarını merkeze aldığı gözlemlenmiştir. Mahkeme’ye göre, başvurucunun mahkumiyeti genel olarak belirleyici bir şekilde bu delile bağlıdır.
Yerel makamların, duruşmada hazır bulunmayan tanıklar tarafından sunulan delilleri dengeleme yükümlülüğü vardır. Mahkeme, yargılamayı yürüten mahkemenin söz konusu delillere özel bir dikkatle yaklaşmadığını ya da diğer delillere göre daha az ağırlık vermediğini tespit etmiştir. PKK içerisinde birden fazla “Avareş” olduğu gerçeği de dahil olmak üzere, bu delildeki tutarsızlıkları göz ardı etmiştir.
Mahkeme, özellikle, talimat yazılarının ve diğer yargı alanlarındaki tanıkların dinlenmesinin söz konusu davanın koşullarında adil bir yargılama yürütülmesini sağlamak için yeterli bir yöntem olarak kabul edilemeyeceğine karar vermiştir. Bu, ilk olarak, yerel mahkemeler, tanıkların mahkemede hazır bulunmamasına ilişkin iyi bir nedenlerinin olup olmadığını incelemekten imtina ettiği anlamına gelmiştir. İkinci olarak, sanığın ve/veya müdafiinin tanıkların beyanda bulunacakları duruşmalara katılmak üzere, onları sorgulama hakkından yararlanabilmeleri için farklı yerlere seyahat etmeleri gerektiği anlamına gelmiştir ki bu, savunma makamına orantısız bir yük yüklemiştir. Üçüncü olarak, ilgili iç hukukta, bir tutuklunun, alıkonulduğu yargı alanı dışındaki bir duruşmadan vareste tutulduğu görülmektedir. Son olarak, ilk derece mahkemesi belirli tanıkların tutumunu ve güvenilirliğini doğrudan gözlemleme olanağına sahip olmayacağından, bu yaklaşım dolaysızlık ilkesini tehlikeye atmıştır.
Mahkeme, dört tanığın duruşmada bulunmamasının, tanıklar ile başvurucu arasında bir yüzleşme sağlanmamasının ve delillerin, mahkeme tarafından gerekli usuli güvenceler sağlanmadan mahkumiyet ve müebbet hapis cezası kararının temel taşı olarak kullanılmasının, savunmanın delillerinin güvenilirliğinin test edilmesini önemli ölçüde engellediğine ve söz konusu davanın koşullarında yargılamanın adilliğinin bozulduğuna karar vermiştir.
Dolayısıyla, Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. fıkrası ve 3. fıkrasının d bendi ihlal edilmiştir.
Adil tazmin (41. Madde)
Mahkeme, adil tazmin konusunda herhangi bir tazminata hükmetmemiştir. Ancak, davanın Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 311. maddesi uyarınca yeniden açılabileceğini not etmiştir.
Karar yalnızca İngilizce mevcuttur.
Çeviren: Av. Benan Molu
Karara bu linkten ulaşabilirsiniz: https://hudoc.echr.coe.int/eng?i=001-215162
Kararın basın özeti için: https://hudoc.echr.coe.int/eng-press?i=003-7232943-9838896